AVRUPA BİRLİĞİNİN BÖLGE POLİTİKALARI
Sıddık DEMİR
Avrupa birliğini oluşturan devletlerin
en önemli politik alanlarından birini bölge politikaları oluşturur. Bunun
sebebi birliğe üye devletlerin kendi içinde gelişmişlik ölçeğinin farklılık arz
etmesidir. Gerek coğrafi, gerekse siyasi anlamda alt gelişmişlik veya
entegrasyon durumuna göre bölge politikası şekillenir. Nihai hedef; sıkıntısız
bir üst birlik olmaya çalışan Avrupa birliği ulusçuluktan oluşan problemleri
çözmeye çalışır. Mümkün olduğu kadar problemleri aza indirmek, gerek bölgeler
arası gerekse ulusal farklılık anlamında önemlidir. Ulusların yönetim şekilleri,
kendi iç dengeleri, iktisadi kalkınmışlık farkı ister istemez bölge
politikalarının ciddiyetini ortaya koyuyor.
Özellikle ulusların etnik, kültürel ve
inanç bazında olan farklılıklarından doğan bölge politikaları zaruri halde
kendini gösterir. Avrupa birliğine göre iki tür devlet şekli vardır. Birincisi
üniter devlet, ikincisi federe devlet. Kuruluşundan itibaren ilgi veya eğilim
gören anlayış federe devlet olup, bazı üyelerindeki üniter yapı çifte
standartları da beraberinde getirmiş görünüyor. Bölge ve bölgeleşme
terimlerinin içini doldurmak için geniş katılımlı toplantılar yapılır. Kararlar
alınır. Bölgeleşmenin tehlikesi karşısında daha da güçlenileceği ifade edilir.
Birlik içinde bölgeciliği mikro ulusalcılık olarak değerlendiren görüşlerde
var. Bölgeciliği ayrıştırıcı bulan görüşlerde kendini gösterir. İspanya’nın
Katalonya, kuzey İrlanda’nın Bask bölgesi başta olmak üzere ayrılılıkcı
bölgeciliğe örnek verilebilir. Veya ulus devlet olan üyelerin kendi içinde
burjuva veya taşralı sınıfların oluşturduğu bölgecilik kötü olanıdır
denilmektedir.
Olumlu bölgecilik ulus devletlerin
bütünlüğüne zarar verilmediği ölçüde kabul görür. Bugünkü federe devlet
Almanya’da bölgeleşme görülür. Ama ülke geleceği için zararlı olmadığı için
makbul sayılır. Çünkü orda birbirinden farklı zenginlikte eyaletlerin olması kanıksanmış
olup iyi bir örnektir. Farklılık gösteren bu bölgeler genellikle yerinde
yönetilirler. Yerel yönetimlerin aşırı güçlenmesi gerek etnik kimlik, gerekse
mali veya diğer siyasi potansiyel açısından ayrıştırıcı olabilir. İşte ispanya
Katalonya bölgesi, ayrıştırıcı çalışmalarla ayrı bir devlet olarak ortaya çıkma
devrelerinden geçti. Avrupa Birliği, üniter devlet olan İspanyayı destekler.
Katalonya’nın devlet olmasına geçit vermemiştir. Üst Birlik kararı bu anlamda
anti demokrattır. Oysa aynı Avrupa birliği söz konusu Türkiye olunca bölücü
talepleri destekler. Türkiye’nin üniter devlet yapısını bozmaya çalışırda
ispanya’ya karşı zıt tutum sergiler. Bu bir çifte standart olarak kendini
gösterir.
Bugünkü Avrupa Birliği, üye devletlerinde
görünen özerklik eğilimlerinin ayrıcalığa dönüşmesine tahammül göstermez.
Fransa’daki karışıklar veya İngiltere’nin İrlanda sorunu görülmez. Bazı
anlaşmazlıkların temelindeki dinsel ayrılıklar yeni bir şey değil, otuz yıl
savaşlarının bıraktığı mirastır. Bu miras gereği devlet sistemleri oluşmuş olup
genelde federaldir. Yani yerinde yönetim. Mesela; Belçika, Almanya, Avusturya,
İsviçre federal devletlerdir. Çünkü bu devletlerde siyasal bölgecilik
eğilimleri hâkimdir. Ülkemizde bölgecilik olmaması için ispanya gibi üniter
devlet sistemi benimsenmiş. Federal sistem, yani yerinde yönetimleri
güçlendirici bir uygulamada ayrıcılık güç kazanır.
Avrupa’yı bütünleştirme çabaları bölge
politikalarını gündemde tutmaktadır. Bu politikaları yeniden gündemde tutmanın
esas nedenleri şunlar olarak gözükmektedir. Bu politikaların gelişmesi yer veya
mekânlardan soyutlanamaz. Üye devletlerin iç bünyelerindeki geri kalmışlığa
coğrafi nedenlerin etkisi büyüktür. Olabileceği kadar mekân etkisinin izale
edilmesi gayreti bu politikaları oluşturur. Tıpkı bunun gibi iç bünyede yer ve mekândan
kaynaklı farklılıklar olduğu gibi üye ülkeler arasın da buna benzer ciddi
farklılıklar vardır. Bölge politikaların oluşması bu farklılıklara neşter vurmak
içindir. Yine üye devletlerin kendi içinde veya aralarında oluşan mikro
ulusçuluk anlayışının gelişimi, üst birlik açısında kontrol altına alınan politikalarını
geliştirme çabası, bu devletlerin kendi dinamiklerini göz ardı etmeden bir
izolasyona varma politikaları, üst birlik politikalarının hareket noktası
olmaktadır. Üye devletlerin kendi içinde farklı kültür, siyasi ve sosyal
yapıdan kaynaklanan farklılıkları mutlaka vardır. Belçika, Almanya, Avusturya,
İspanya, İtalya ve hatta İngiltere’de olduğu gibi bölgeler homojen bir yapıda
değildir. Üye devletler iç bünyelerinde pansuman tedbirler almışlar. Bunun için
Kantonlar, Eyaletler veya özerk yönetimler oluşturmuşlardır. İsviçre’de Kanton,
Almanya’da Eyalet, İspanya’da özerklik örnek teşkil eder.
Üye devletlerin içyapılarındaki bölgesel
farklılıklar bölgesel idari sistemleri oluşturur. Talep doğrultusunda kurulan
özerk yönetimler, onların küçük idare heyetleri, kendi iç yapılarında bağımsız dışta merkezi federe hükümetine bağlılıkla bu
sıkıntıları aşma çalışmaları kendini gösterir. Üst birliği oluşturan üye
devletlerin en belirgin çabası, iç yapılarının hemen her alanda homojenlik arz
etmesi için verilen mücadeledir. Bunun için birçok komisyonlar kurulmuştur.
İşin maddi yönü bu komisyonlar tarafından amaca uygunluğu gözetlenir. Üst üye devletler
nezdinde iç bölgeler politikasının uygulanabilirliği takip edilir. Bunun içindir
ki üye devletlerden oluşan bağımsız komisyonlar bu işlerin denetimini yapar.
Üst birlikçe oluşturulan mali fonların belgeler arası farklılığın giderilmesine
katkısı takip edilir. Üye devletin kendi inisiyatifine bırakılmaz. Çünkü az
gelişmiş bölgeleri yukarı çekerek gelişmiş bölgelerle açığın kapatılması
hedeflenmektedir. Bu işin takibi de elbette üst birlik tarafından oluşturulan
ve bağımsızlığı şiar edinmiş komisyonlarca olur.
Ekonomik ve toplumsal gelişmenin
sağlanması hayat ve çalışma şartlarının tezahür eden beklentilerin elbette bir
yaptırım gücü olmalıdır. Üst birliğin oluşturduğu mali portre ve oluşturulan
birçok komisyona aktarılan fonlar hedeflenen amaca yaklaşma açısında önemli bir
kriterdir. Yoksa problemlerin kuru kuruya dile getirilmesi yaptırım ve denetim
gücü yoksa kâğıt metinlerde kalır. Üst birliğin bölgeler politikasının amacı
ulus devletlerdeki bölücü veya yıkıcı cereyanları teşvik ederek bir anarşi ortamı
oluşturmak değil bilakis farklılıkların kendi dünyalarında huzurlu ve özgün
yaşama, daha refah ve yüzü gülen insanların yurttaşlık bilinciyle hayat
atmosferi oluşturmaktır. İşin ayrıcalık çizgisine taşmaması için emek
vermektir. Bütün bu çabalara karşı özerklik anlayışını, ayrı devlete
götürmesine şiddetle karşı çıkar. İspanyanın Katolonya bölgesinin devletleşme
süreci kabul görmediği gibi.
Maastrich’le başlaşan Amsterdam, Nice
ve Lizbon antlaşmaları, esas itibariyle aynı konuları ele alır. Bu
antlaşmaların son şekli olan Lizbon sözleşmesi en olgun olanıdır. Anlaşmadaki
imza altına alınan maddelerin ya tekrarı veya küçük değişikliklerle yeni bir
durummuş gibi imza altına alınmıştır. Ana tema olarak üye devletlerin ilk
kademe olarak iç bünyelerine yönelik bölgesel politikaların uygulanabilirliği
ve takibi bunun mali boyutu ve oluşturulan bağımsız komisyonlar kanalıyla
farklılıkları gidermeye yönelik çalışmalar. İkinci belirgin çaba ise yine bölge
politikaları açısında üye devletlerin birbirleri arasındaki farkların
giderilmesi hususu. Öyle ya üyelerden bazılarının aşırı zenginliklerinin (Almanya ve Fransa) yeni üye Çek, Bulgaristan
veya Romanya ila bir tutulması. İşte üst birik politikasının ikinci olarak
Avrupa birliği bölge politikası olarak bu durum üzerinde durulur.
Üye
devletlerin kendi aralarındaki siyasi ekonomik veya gelişmişlik farkı, Avrupa
Birliği Tek Senedinin Avrupa topluluğunun temel hedefi olan ekonomik bütünleşme
isteği yanı sıra toplumsal açıdan da güçlendirilmesi, farklılıkların
giderilerek İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerle öteki az gelişmiş
bölgelerin uyum zorluklarını gidermek amacıyla uyum politikaları geliştirdiği
bilinir. Ortak para, zengin üyelerin fonlara aktardıkları, maddi potansiyelin
fakir ülkelere aktarımı ile bölgeler politikasına hizmet bir Yunanistan
olayında kendini göstermiştir. Ekonomik kriterlerinin sarsıldığı bu ülkeye Üst
Birliğin sözcüsü durumunda olan Almanya’nın yardımı son dönem yaşandığı için
iyi bir örnektir. Üst Birliğin hedefleri doğrultusunda mevcut aksaklıkların
giderilmesi için kendi aralarında bir çok ülkede toplanarak bildiri
yayınlarlar. Bu bildirilerin ufuk açıcılığı yanında yaptırım gücü yoktur. Esas
olan bu süreçte önem verilen dört antlaşmanın içeriğidir. Bu antlaşmalarla
federe devlet prensipleri üstü kapalı yapılanma arz eder. Yani yerinde yönetim
bölge politikalarının esas amacı da yerinde yönetimlerin geliştirilmesi.
Yerinde yönetimin bir aşaması yerel
özerkliktir. Sınırlar zorlanırsa bağımsız devlet olmaktır. Bu aşamaya izin
verilmediği için yerinde yönetimlerin ulus devlet içinde varlığını demokratik
umdelere uygunluğu açısında destekler.
Çünkü yerinde yönetimlerin özerklik şartının temel inancı bu yönetimlerin
demokrasinin temel taşları olduğu fikrine dayanır. Avrupa Birliği aşamasında kırmızıçizgi
diye bilinen yönetim tarzı böyledir. Bölge yurttaşları yönetime nasıl katkı
sağlamak isterse kendi usulüne göre bunu yapması demokratik duruşa uygun olması
açısında ideal olandır. Yerel yönetimde kendi içinde seçme, seçilme, parlamento
ve başkandan oluşan demokratik müesseselere sahip olmanın yanında bölge
hassasiyetine uygun yaşam alanları oluştururlar. Merkezi hükümete onaylattırmak
kaydıyla oluşturulan bölgeler komitesi kanalıyla yerel yönetimler denetlenir.
Aranılan yerellik, yurttaşlık ortaklık ilkelerine riayet edilmesi gözetlenir.
Avrupa Birliği bütünleşme çabaları
yalnız üye ülkeler değil üyeliğe aday ülkeler açısından da önem taşımaktadır.
Onun içindir ki üst birliğin oluşturduğu mali portreden yalnız üye ülkeler
değil aday ülkelerde faydalanır. Orta ve doğu Avrupa ülkelerini üyeliğe
hazırlamak için maddi destekleri uygun bulan politikaları vardır. Bulgaristan,
Türkiye ve Makedonya gibi.
Türkiye’nin yönetim yapısı merkezi ve
yereldir. Yerel yapılar merkezi odaktan yönlendirilirler. Devlet üniter olduğu
için federe bir yapının kademeleri veya karakteri görünmez. AB müktesebatı
doğrultusunda atılan adımların bazıları konusunda Türkiye çok zorlanmaktadır.
Çünkü bölgeler arası gelişmişlik farkı AB devletlerine göre daha büyük olup
açığın kısa sürede kapatılması zordur. 1961 ve 1982 anayasalarına göre merkezi
ve yerinde yönetim denilen devlet yapısı değişmemişse de bölge politikaları
gereği ciddi adımların atıldığı da görülür. Anayasal anlamında coğrafi ve nüfus
anlamında veya kalkınmışlık anlamında bölgeler arası ciddi farklılık olduğu
malum. Bu farklılığın giderilmesi çalışmaları AB’nin sıkıştırmasından ziyade
doğal ilgi alanı olduğu için Türkiye canına minnet anlayışıyla yaklaşır.
Problem federe devlet yapısının bir
şekilde dayatma anlayışından kaynaklanmasıdır. Yerinde yönetim federe devlete
yol açabilme korkusu veya yerel özerklik anlayışının talebi hassasiyet
oluşturur. Türkiye AB müktesebatı doğrultusunda birçok toplantılara katılarak
alınan kararlara imza atmıştır. Çekincelerine rağmen siyasi taleplere prim
vermiş ve halende vermektedir. Lakin bölünme korkusu veya ayrılıkçılık
karşısında İspanya’nın Katolanya bölgesindeki gibi aynı muamele ile
karşılaşacağına emin olmadığı için işi ağırdan almaktadır. Yerel özerklik
talebi hariç diğer alanlarda Avrupa birliği uyum süreci, farkın giderilmesi
anlamında çok işe yaramıştır. Belediyelerin görev ve yetkileri güçlenmiş,
büyükşehir belediye yapılanması artmış, genel müdürlüğü merkeze bağlı birtakım
kurumlar fes edilerek imkânları belediyelere aktarılmış. Yerel yönetimlerin bu
anlamda araç-gereç ve mali durumları güçlendirilmiş. Mesela köy hizmetleri
genel müdürlüğü fes edilerek imkânları yerel yönetimlere aktarılmıştır. Devlet
planlama teşkilatı adı altında yıllardır hizmet veren bir kuruluş kalkınma
bakanlığı adı altında yeniden yapılandırılmış olup, yerel yönetimlerin
gelişmesi ve bölgeler arası farklılığın azaltılması yönünde irade güçlendirilmiştir.
Nüfusu 750 binin üzerindeki otuz il büyük şehre dönüştürülerek yerinde yönetim
güçlendirilmiştir. Kırsal kesimin gelişmesi için başta Köydeş olmak üzere bir
takım projeler uygulama alanı bulmuştur. AB fonlarıyla desteklenen projeler
yerel yönetimlere kullandırılmış olup, halen proje karşılığında bu alanın
genişletildiği görülür.
Dünyada bölgeler arası dengesizliğin
olmadığı hiçbir ülke yoktur. Gelişmiş ülkelerde de bu sıkıntı devam eder. Ancak
derece farkı vardır. Gelişmekte olan Türkiye’nin bölgeler arası dengesizliği
bariz bir açıklıkta devam ediyor. Yasalar oluşturuluyor ama uygulamada sıkıntı
doğunca çalışma alanı daralıyor. Bölgeler arası dengesizlikten bahsederken
nüfus, ekonomi, toplumsal ve coğrafi olmak üzere dört temel kavramdan yer alan
göstergelerden hareketle gelişmişlik farkına el atılmaktadır. Coğrafi olarak
yedi bölgeye ayrılan Türkiye’nin her bölgenin kendi içinde olduğu gibi bölgeler
arası farklılığı da dikkate alınarak bir takım projeler uygulanmaktadır. Bir
güneydoğu Anadolu projesi olan GAP yılların projesiydi. Bölge insanının
sıkıntılarına çözüm olma ve farklılığın azaltılmasına büyük katkı sağlar. Bir
Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi ve bir Konya Ovası kalkınma projesi bu amaçla
gündemde olup aynı hedefleri gözleyen çalışmalardır. AB müktesebatı bu
projelerin hızlanmasına katkı sağlamıştır. Türkiye’nin en gelişmiş bölgesi
Marmara olup Ege Bölgesi onu takip etmektedir. İç batı Anadolu daha sora gelir.
Geri kalmış bölgelerin başında Doğu ve Güneydoğuya ilaveten Doğu Karadeniz ve İç
Anadolu’nun doğu tarafıdır. Kamu yatırımlarının az gelişmiş bölgelere
kaydırılması gibi kalkınmada konsepti 2000 yıllardan sonra daha da
farklılaşarak kendini göstermektedir.
Türkiye beş yıllık kalkınma planlarıyla
bu farklılıklarının azaltılması için kafa yorar. 1963 yılında başlayarak devam
eden 10 adet beş yıllık kalkınma planlarıyla çok büyük ilerleme kaydetmiştir.
Her biri için süre beş yıl olan 10 devlet kalkınma planı süresince bölgeler
arası dengesizliği gidermek için gayret eder. AB denetim makamları her kalkınma
planıyla beraber alan araştırmasıyla ilgili yayınladıkları raporlar ortadadır.
Bu raporlara göre zafiyetlerin yanında diğer noksanlıkların belirtildiği
görülür. Temel amaç ulusal kaynakların en yüksek toplumsal ve ekonomik yararı
sağlayacak şekilde geliştirilmesi ve bölgeler arası dengesizliklerin en aza
yani minimize edilmesi olduğu gerçeğidir. Bunun içindir ki en son onuncu
kalkınma planı uygulanmaktadır.
AB bu açıdan üyeliğe aday devletlerle
ilgili takip politikası gereği sürekli ilerleme raporuyla ilgili mercileri
bilgilendirir. Türkiye AB tam üye olma noktasında diğer üye devletlerle aynı
kategoride olmaması iki taraflı kaygıların olmasına sebep olmaktadır. Henüz
yeni müracaat etmiş bazı AB devletleri müracaat süresi çok yeni olmasına ve bir
takım kriterler bakımında Türkiye’den çok geride olmalarına rağmen tam üyeliği
hak etmişlerdir. Ancak yaklaşık altmış yıldır üye olmak için az çok mücadele
eden, bu anlamda çoktan hak ettiği halde bir türlü üye olamayan Türkiye için
oyalama taktiği devam etmektedir. Hakkı olduğu halde haksızlığa uğradığı aşikâr
olan bu durum ancak siyaseten yorumlanabilir.
AB devletlerinin tamamı aynı inançta
olan topluluklardır. Tek farklılık arz eden Türkiye, bu faktörden kaynaklanan
zorlamalarla karşılaşıyor inancı yabana atılamaz. Gerek kültürel farkı gerekse
tarihi temaslar ve coğrafi konumu veya nüfusunun büyüklüğü AB’yi çok düşündürür
de sürekli oyalama taktiği bundandır denilebilir. Türkiye bu konuda samimidir.
Tam üyelik niyetini batı ile bütünleşme kararlılığını, tam üye olmadan gümrük
birliğine girmiş ve bu fiillerin esası olan Ankara anlaşmasını imzalayarak
açıkça bunu beyan etmiştir. Buna rağmen Üyelik
süreci çok ağır bir tempoyla devam etmektedir. Müzakere fasıllarının
açılmasında yavaş davranılması hatta tam üyelik yerine ayrıcalıklı üye veya
stratejik üye gibi yeni bir takım deyimler üretilerek samimiyetsizlik
göstergesi devam etmektedir. Türkiye samimi olup AB de de bu samimiyet
doğrultusunda karşılık beklemesi hakkıdır denebilir.